23 Şubat 2012 Perşembe

İstanbul elbette fetholunacaktı!

Uzun zaman sonra Bordo'yla sinemaya gitmeye karar verdik ve tercihimiz Fetih 1453'ten yana oldu. Filmin üzerine pek çok şey yazıldı, konuşuldu. Ben de detaylı bir eleştiri ya da övgü yazacak değilim, ki filmi izleyeli 4-5 gün oldu, hayal-meyal hatırlıyorum:p Aklımda kalanlar şunlar -spoiler içerebilir, dikkat!- :

Fatih Sultan Mehmet benim zihnimde tahta oturduğu ilk günden son güne kadar güçlü, kudretli bir padişahtır (çok daha yakışıklıdır, o konuya hiç girmeyeyim; film afişindeki resim hero dan çok villian-ish olmuş). Fakat filmde 12 yaşında tahta geçtiğinde başarısız olup indirildiği ve nisbeten daha olgun yaşında tahta çıktığında divan ve halkın onu hala o şekilde zayıf gördüğü üzerine fazlaca vurgu yapılmış. Olmuş mu? Olmuş. Böyle önemli şahsiyetlerin hayatlarının her döneminde cool olmayışları, zayıf noktaları da olduğu gerçeği hoşuma gidiyor (peygamberler hariç (!). Ki fetih sırasında otağındaki o hızla yaklaşan yenilgiyi kabul edemeyen, acil çözüm bulması gereken, saç-baş dağılmış hali bu yüzden hoşuma gitti. Neyseki gemileri karadan getirtiyor da -filmin climax i denilebilir- zafer geliyor.

Halil Paşa da ilginç bir karakter, iyi niyetli mi kötü niyetli mi anlamıyorsunuz. Evinde, içinde bulunduğu siyasi durumu ve kendisine atılan iftirayı eşiyle paylaşmasına çok şaşırdım. İşi gücü haremde saçlarını taramak olan değil gerçekten eşine destek olmak isteyen bir Osmanlı hanımı resmedildi. Belki de Emine Hanım yaşından kurtardı, ya da Halil Paşa'nın içten düşüncelerini paylaşabileceği tek yakın olarak o karakter bulundu, ama hoş oldu. Velhasıl halil Paşa tam da eşiyle bunları konuşurken gece vakti Sultan'ın kendisini çağırdığı haberini aldı. Eşine bunun tek anlamı olabilir dedi ve ölüme gittiğinden emin yola düştü. Tesadüftür, tam da o günün sabahı Jale Parla'yla Typologies of the Novel dersinde Dostoyevski'nin Budala'sını okuyorduk. Romanda "İsviçre'de bir adamın idamını seyrettim, son anında şöyleydi" ya da "son resminde bence öldürülmek üzere olan bir adamın yüzünü çizmelisin" gibi konular okadar sık tekrarlanıyorduki Dostoyevski'nin ölüm anına takıntılı olduğunu düşündük, Jale Hoca açıkladı: Dostoyevski devlet aleyhine komplo düzenlediği iddiasıyla 10 ay hapiste kaldıktan sonra tam kurşuna dizilmek üzereyken 8 tutuklu arkadaşı ile affedilmiş. Bu da onu çok etkilemiş (e yani) ve bir insanın öl(dürül)eceği anı bilmenin insanlık dışı, acımasızca olduğunu düşünüyormuş. Hepimiz öleceğiz ve bunu biliyoruz, ama nezaman oalcağını bilmemenin rahatlığı içerisinde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp gidiyoruz. Fakat idam cezasında sadece Tanrı'nın elinde olması gereken güç devletin elinde oluyor, öldürülme zamanını/anını belirliyor. Bu da herşeyden daha korkunç. Halil Paşa ölüme doğru giderken aklımdan bunlar geçiyordu. Fakat 2. Mehmet onu öldürtmedi hatta bir konuda fikrini sordu. Seni öldürtebilirdim ama yapmıyorum demiş oldu ve tüm o Dostoyevki-moment ı yaşamış bir insan olarak Halil Paşa hayatının bağışlanmasına olan minnettarlığıyla daha vefakar daha bir iyi niyetli oldu. Bu da Fatih'in dehası tabiiki. Ama o kürklü kostümlere ne demeli? Bu kürk yelek modası da nereden geldi diyordum, atalarımızdanmış:p Bizans modası da metal-embellished kıyafetler, Alexander Mcqueen de onlardan ilham almış sanırım;) Doğu Roma İmparatoru kim dersiniz? Aşk-ı Memnu'nun kötü adamı. Üstüne kötü adam etiketi yapışan oyunculara çok acıyorum.

Filmde Bordo'yla eleştirdiğimiz ama üzerinde durmadığımız daha pekçok şey oldu. ama Ulubatlı Hasan kesinlikle sıkı bir eleştiriyi hakediyor! Elle tutulur hiçbir yanı yok. Ulubatlı Hasan hiç kimsenin tanımadığı hatta tam da bu yüzden, herhangi bir titrı özelliği olmadığı için geldiği yere atıf yapılarak Ulubatlı lakabını almş sıradan bir yeniçeri askeriydi. Neydi o filmde orda burda yarı çıplak gezen, askerleri küçük gören, arkada bir hamile kadın bırakan adam? Resmen filme bir aşk öğesi katabilmek için UH harcanmış. Ayrıca yönetmen double karakter yaratma olayıni biraz gözümüze gözümüze sokmuş. Justinien Hasan'ın Bizans'taki yansıması. (Biz ilk sahnelerde ikisini birbirine karıştırdık!) Aynı uzun saçlar, dar pantolon-çizme-yelek giymeler, çıplak kollar, aynı kızı sevmeler. O kızın Hasan'ı tercih etmesi de zaten onu galip taraf yapıyor, J ile düelloyu da o kazanıyor zaten.

Ya oturup başını, sonunu, ortasını; tüm ayrıntılarını bildiğimiz bir olayı heyecan içinde izledik. İşte bunu yapmayı başardıkları için Fetih 1453 ekibi tebrik edilebilir. Herkesin bildiği sahneler, "ya ben Konstantiniyye'yi alırım, ya o beni" gibi klasik sözler filme çok doğal bir şekilde yedirilmiş. Ben Fatih o sözü söylerken beyaz atının üstünde, şaha kalkmış, kılıcını ufka yöneltmiştir diye hayal ediyordum:) Filmde artık aklı fikri İstanbul olmuş Fatih konuyla ilgili karmaşık rüyalardan ter içinde uyanıyor ve bu sözü söylüyordu. Naturella:)

Filmin iyi yönleri var, kötü yönleri var ama ben yine de tüm artıların filmden, yönetmenden, müziklerinden (1mehter marşı bile duymadım:/), efektlerden, oyunculuklardan değil bizzat malzemenin kendisinden kaynaklandığını düşünüyorum. İstanbul'un fethinin kendisi heyecan, aksiyon dolu. Thumbs Up! (Not to the film but to Fatih Sultan Mehmet himself;)

1 yorum:

  1. kırmızıyı tekrar yeşil sahalarda görmek ne güzel, elinde kulağında kelimeler. Mehter marşının eksikliğini farketmediğimi senden okuyunca anladım. Hayret.
    Şimdi biraz karıştırdım hazreti google amcadan; insanlar epeyce tartışmışlar bu konuyu. O dönemde mehterin henüz bildiğimiz anlamda oluşmadığını savunanlar var, çoktan kurulmuş olduğunu savunanlar da. (http://www.uludagsozluk.com/k/fetih-1453-te-mehter-mar%C5%9F%C4%B1n%C4%B1n-olmamas%C4%B1/)
    Filmin yapımcıları da bu konuda açıklama yapmışlar (http://www.haber7.com/haber/20120217/Fetih-1453te-neden-mehter-yok.php); mehter o dönemden sonra osmanlı ordusu bünyesinde yer almıştır deyu. Ancak açıklamada çok kendinden emin bir hava sezinlemedim ben. Her neyse, doğrusunu Allah bilir.
    Filmin ilk sahnelerinden itibaren stratejik düşünmenin ne kadar önemli, dâhi olmayı gerektirdiğini geçirmeye başladım aklımdan. Kurt Kanunu'nu okuyor olmam ve daha önceki gün Osman Abi ile günümüz siyaset meseleleri üzerinden benzer şeyler konuşmuş olmamızın etkisi vardır muhakkak.
    Örneğin Fatih tahta geçince ilk iş eski vezirleri ve kendi adamlarını topluyor. Halil Paşa'nın kendisinin tahttan indirilmesinde parmağı olduğunu, şu halde de şehzade orhan'ı desteklediğini bilmesine rağmen onu başvezir tayin ediyor. Kendi adamı Zağnos Paşa çok üzülüyor bu duruma, itirazını da dillendiriyor zaman zaman. Fakat bu kararda önemli bir siyasi deha var aslında. Zira Halil Paşa'nın yeniçeri üzerinde çok etkili bir isim. Onu lağvetse yeniçerinin padişaha bağlılığı büyük zarar görecek ve bu da devletin ve kendi bekası için çok önemli olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Öte yandan Halil Paşa'yı başvezir yaparak onu bi anlamda kendi kontrolü altında tutarak aleyhine çalışmasını engellemiş oldu. Bizans bir taraftan şehzade osman ile fatihin aleyhine çalışıyor, fırsat kolluyor fitne sokmak için, buna bir de halil paşanın eklenmesini istemezdi.
    Sonra Bizans ile diyaloglarda, karşılıklı atışmalarda fatihin siyasi dehalığı görünüyor filmde.
    Osman abi aile yönetmeyi de buna benzetiyor, stratejik davranmak gerekiyor, devlet yönetmek gibi. Bazen koca idare eder, bazen hanım diyor. Bazen koca ileri çıkar, bazen hanım, ince eleyip sık dokuyarak adım atmak lazım.)
    Cumhuriyet ilan edildikten sonra rejim kendini meşru ilan etmek için osmanlı tarihini, bütün geçmişimizi bir çırpıda silip atmış. Tarih ile bağımız koparılmış adeta. Oysaki altıyüzyıllık bir tecrübe var orada, neden faydalanmayasın ki? Bu tür filmleri bir silkiniş olarak görüyorum. Bediüzzaman filmleri olsun, fetih 1453 olsun bunlar geçmişimizle bütün bir toplum olarak barıştığımızın yansımasıdır diye düşünüyorum, o yüzden bu filmi de önemsiyorum. Filme olan yoğun ilgi halkın kendi ecdadına olan özleminin bir işareti olsa gerek.
    mavikuş ağlıyor kırmısı, bi bakabilir misin? .)
    vesselam.

    YanıtlaSil

.