28 Mart 2010 Pazar

cum'a dan sonra


"hanım kırarsa kaza, halayık kırarsa ceza"


atasözümüzü tasavvur buyurduktan sonra


geçebiliriz efendim asıl mevzû u bahsa


kırmızım uzun zamandır tiyatroya gitmedik;

salı akşamı fatih al'i em'iri de -Cum'a dan sonra p.)

mühim bir tiyatro varmış

"başkasının ölümü" adı altında

düzenleme-çevre vs kısımlarında

ulvi alacakaptan adının geçmesi bendeki bu mühimlik kanaatini oluşturdu.

mohsin mahmelbaf isminden sonra tabi öyle ki kendilerin iran'ın en büyük sinemacılarından

as you know


velhasıl

sal'ı fasıl'ında buluşmaya niyet edelim

vesselam

.

ataturk samsun'a neden çıkmış r,

deniz olsa önce erzurum'a çıkar mıymış? .)


27 Mart 2010 Cumartesi

Tarihçi, Hukukçu, Yazar, Şair, Siyasetçi ve Dilbilimci

Yarın HTR arasınavım var ve ben bilgisayar başında oyalanıyorum! Şuanda Erzurum Kongresi'nde olmam gerek. Zeyd biran önce gelse de kitabımı elime tutuştursa. Arkadaşıyla dışarıda; biz dün Hayriye Büşra'yla ayakkabı, çanta filan bakıyorduk, bugün o arkadaşıyla Rav4 felan bakıyor. Kadınlar ve erkekler:)

Bugünler elhamdülillah bereketli geçiyor. Derslerin yoğunluğunun azalmasıyla kendimizi etkinliklere vermiş durumdayız. Midterm haftasıyla bahar tatilinin zamanlarını karıştırmış gibi görünüyor olabilirim ama merak etmeyin, geç de olsa hangisinin ne zaman olduğunu belledim. Osmanlıca sınavının cepte olduğunu düşünüyordum ki Zeynep Altok infi'âl ifti'âl derken yanıldığımı gösterdi. Ma'lûm olan i'lâm edildi;) Bu hafta derste buaralar pek sık kullanılan tamlamalar geçti; muvazzaf subaylar; tef'îl babından vazifelendirmek fiilinin ismi mef'ûlu, müesses nizam; kurulu düzen, muktesebât; bir Avrupa Birliği Müktesebâtı dır gidiyor ya acquis communautaire bâbında. Ah bir de şu örneği duymalısınız: işteşlik anlamı veren müfâ'alet bâbından bir kelime; müsâbaka, sabıka kelimesini düşünerek kökünün önce-lik anlamında olduğunu çıkarabilirsiniz, işteşlik anlamını da katarak türkçeleştirelim: öne geçişme:) Osmanlıca'yı seviyorum.

Dün akşam Ümit Meriç hanımefendi de eskidili anlamanın öneminden bahsetti, annesinin öğretmeni Reşat Nuri Güntekin imiş, bukadar yakın bir neslin dilini kullanıldığı şekliyle anlayamamanın cehâletten başka bir şey olmadığını söyledi. Fatma Aliye'nin dilini hatta elyazısını da okuyup anlayabiliyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Devam edeceğim inşallah. Fatma Aliye'nin babası Ahmet Cevdet Paşa dünkü söyleşinin konusuydu. Ümit Meriç doktora tezini onun üzerine yazmış, fakat ona karşı hissettiği yakınlık sadece bundan kaynaklanmıyor. Avrupaî bir ailenin içinde Fransızca kitaplar okuyarak büyümüş bir insan olarak, tamamen Batılı bir kadın hissiyâtından müslüman hanıma dönüşmesi Ahmet Cevdet Paşa'nın 12 ciltlik Kısas-ı Enbiyâ'sını okuduktan sonra olmuş. "Düşünce kıblemi Avrupa'dan kendi dünyama çeviren oydu" diyor. Ahmet Cevdet Paşa İbn Haldun'un Mukaddime'sini ilk kez Türkçe'ye çeviren kişi. Mecelle'yi hazırlayan kişilerden. İlk Osmanlıca gramer kitabının, ilk Türkçe mantık kitabının da yazarı, aynı zamanda şair de; zaten Cevdet ismi onun mahlasıymış. Ayrıca Osmanlının yetiştirdiği en büyük vakanüvis olarak kabul ediliyor. Vak'a-Nüvis sanıldığı gibi yabancı bir kelime olup vakanüvist olarak yazılmıyor, Farsça bir kelime ve vak'aları, saltanatın tarihi olaylarını kaydeden kişi gibi bir anlamı var. Ahmet Cevdet Paşa'yla bukadarcık bilgiyle tanış olduk sayılır mıyız bilemem, ama Zeyd'le belki birgün Bebek sahilindeki Cevdet Paşa Caddesi'nden geçersek, saygıyla yâd edip ruhuna bir Fâtiha okuyacağız inşallah.

İyiki doğdun Cevdet Paşa!
27 Mart 2010, Cumartesi

22 Mart 2010 Pazartesi

26!



"Keşke doğmasaydın, yüreğim kapardı çenesini! Buna dayanabilirim, yakınmasına rağmen her yanımın, iyiki doğdun ve yüreğim kapamıyor çenesini"

Hayırlı bir sene & hayırlı bir ömür. Mutlu, rengarenk!

21 Mart 2010 Pazar

Reveal!

Mr. Gulesin,

You have been seen note-taking! We are waiting for you to reveal.

17 Mart 2010 Çarşamba

Büyük Yazar Başlığı


Uzun zamandır yazmıyorum, doğrudur. Ama her büyük yazarın yazın hayatının bir döneminde bir duraklama, devr-i fetret yaşanmaz mı, and I am no exception. :smiley) Derslerin yoğunluğuydu, yaprak sarmalarıydı, (I just love domestic life; evim, kurabiyelerim- obviously I am no Sylvia Plath), bahar yorgunluğuydu derken günler geçiverdi. Bahar geldi evet, çoğu insan Mart'ı bahardan saymaz, ama ben ağaçlarda o küçük beyaz çiçeklerden birkaç tane görmüş olsam dahî anında bed'-i bahâr, neş'e-i hayât ilan ederim. Zeyd ile ilk baharımızın ilk yürüyüşüne çıktık, bu yazıyı haftaya yazıyor olsaydım Maşukiye anılarımızdan da bahsedebilirdim belki, kim bilir? (mesaj ileti raporu) ;)

Let's see, son zamanlarda hayatımızda neler olmuşş..?. -sevgiligünlük ıvırzıvırı yazmaya niyetlenmemiş olsaydım bu fetret devri çok uzayacağa benzerdi, o yüzden here i am, talking of ıvır 'n' zıvır, ice-breaking. Baharla birlikte evimizdeki çiçekler de coştular evet, bir güzellerki; cüzdanından sevdiklerinin resmini çıkaran insan edasıyla resimlerini de ekleyivereyim de hem olur da sulamayı filan unutup katl edersem nazar değdirdiler derim. :Cin smiley)










Dersler yoğun, pek çok şey okuyoruz. Çehov, Ibsen, Brecht; drama genelde. Roman da var, Joseph Conrad'ın Heart of Darkness'ını bitirdik. Tüm bunları sindirmek, üstünde düşünmek için zamana ihtiyacım var, o kadar hızlı gidiyoruz ki: tamam, blogumuza yazmayışım için yeterli mazeret/bahane sundum herhalde. Bundan sonra bukadar uzatmayacağım merak etmeyin, kısaca BYT derim siz büyükyazartribini anlarsınız. )

Karanlığın Yüreği ilginç bir kitap; imgeler, sembollerle dolu. Karanlık: bilinmezlik, Afrika kıtası, zenciler, gizem, korku. Kitabın kahramanı Marlow Thames'te gelgiti beklerken zaman geçirmek için gemi kaptanı olarak karanlığın yüreğine, Afrika'nın merkezine Kongo nehri boyunca yaptığı yolculuğu anlatıyor gemici arkadaşlarına, olay bundan ibaret bir nevî frame tale yani. Kongo demişken, kitapta bir defa bile Kongo'nun adı geçmiyor, halbuki Thames'i, Londra'yı vesaire ayrıntılı anlatıyor, Conrad bunu kasıtlı yapmış olmalı, orası karanlık, örtülü ve bilinmeyen, burası olmayan yer diyor bir nevî. Hm. Anyway, kitabın konusu Avrupa sömürgeciliğinin uygarlık maskesi altındaki korkunç yüzü, bu maskenin unveil edilişi. Biraz fildişi uğruna cinayetler işleniyor, medeni olduğunu iddia etmekle kalmayıp medenileştirmeyi de misyon edinen açgözlülerin bizzat kendileri yamyamlara, kendi algılarındaki 'yamyam'lara dönüşüyorlar. Aklıma Bakara 11 geldi: "Kendilerine 'yeryüzünde fesad çıkarmayın' denildiğinde, 'biz ancak ıslah edicileriz' derler".
Murat Belge Fransız Devrimi ve sonrasındaki döneme özgürlük, eşitlik, kardeşlik kavramlarının damgasını vurduğunu söyleyedurur. Devrimle bu kavramların savunuculuğunu yapan Avrupa uygarlığı sömürdüğü ülkelerin özgürlüğünü, kardeşliğini, eşitliğini pekâla yok saydı. Conrad Karanlığın Yüreği ile Afrika'nın derinliklerinin bilinmezliğini kastetmiyordu belki, insanın yüreğinin karasını kötülüğünü kastediyordu. Pırasa!!

7 Mart 2010 Pazar

erzurum'da istanbul tadı


Memleket deyince özlemle birlikte yeşillikler de gelir ya insanın aklına. Akan su sesleri, kuş sesleri, ağaçlar meyvalar... Hele sözkonusu bizim memleket ise elma, armut, kayısı, üzüm, ayva, muşmula, çilek, domates, patlıcan, biber, patates, fasulye, mısır daha biii sürü şey de eklenir buna tabi. Dededim bizatihi kendisinin yetiştirdiği sebze-meyveler.
İşte bu akla gelenlere bir eklenti de İstanbul'dan olsun deyu; sağda gördüğünüz fidanlar Erzurum yolcusuu...

Hafız Ahmet Paşa Camii'nin avlusu muhteşem bir asma çardağı ile kaplı. Mevsimi gelince kara üzümler salıyor kendilerini yaprakların arasından bir bir. Güzel manzarayı babam unutmamış ve bugün fidelerinden istedi, Erzurumda yeni yaptığımız evin bahçesine dikecek inş.

Erzurum'a İstanbul' üzümü, fena olmaz aslında değil mi?
Yine babamın fikri ile patatese sapladım fideleri, polis görse mayın diye geriçevirirdi herhalde p.

İnşallah dibinde gölgelenip dallarından üzüm yemek nasip olur hem bizlere hem evlatlarımıza.)

ve kesmesinler deyu şair alır sözü:


Chuan Tzu'nun Peşinde
Meyva vermeyen bir ağaç kadar
faydasız olsun bu yazdıklarım.
Dallarını meyvasına tamâ edip
kimse taşa tutmasın.
Bu yazdıklarım çok budaklı, çok bükümlü
bir ağaç kadar faydasız olsun.
O zaman marangozlar
kesip biçmeye değer bulmaz böyle bir ağacı.
Dokusu gevşek, gözenekleri geniş, reçinesiz
bir ağaç gibi faydasız olsun bu yazdıklarım.
Odun olmaz bu ağaçtan desinler,
yakmasınlar.
Faydasız olsun, yine de
bir ağaç gibi olsun bu yazdıklarım:
Kökü toprakta;
başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez,
şehrin bulvarına da sokmazlar onu.
Ama uzak, kıraç bir ıssızlıkta
bunalmış bir yolcu
dibinde oturacağı,
sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye
ferahlarsa
bu yeter.
Çeviren: İsmet Özel


6 Mart 2010 Cumartesi

yürüyenSepetler

"Ey Rabbim;
Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi
Düğümü çöz dilimden
ki anlasınlar beni.
Amin!"

ile başladı sohbet. Gülesinler de bir şeyler okumak için bir araya her geldiklerinde babam önce bir Fatiha okutur (meailini de) hep beraber bir amin der öyle başlardık derse. Ne güzel değil mi başlangıçta da bitişte de hep Rab'be dua var. Her bir hayrın ancak O'nun izniyle vaki olabileceğinin bilincinde olmak.

Bu haftaki konu "ilah" ismiydi. "Mutlak sukûnetin kendisinde bulunduğu zat" demektir "El İlah".

Dersin zihnimde kalın harflerle yer eden tesbiti şuydu, "Seni ne tatmin ediyor onu söyle; sana ne olduğunu söyleyeyim." Şöyle bir düşününce hakikaten de bunun insanlar için önemli bir turnusol kâğıdı olduğunu görebiliyorum. Güzel bir araba sahibi olmak, güzel bir ev sahibi olmak, bol paralı bir iş sahibi olmak, çok lüks eşyalar sahibi olmak, yat kat sahibi olmak, hangisi tatmin ediyor insanı? Hangisine sahip olunca o an için dinginleşiyorsun? Yoksa ahiret mi ?

Geçen bloglardan birinde de okuduğumuz tefsirde Seyyid Kutub'un Kur'an'ın insanları iki zümreye ayırdığı düşüncelerini yazmıştım. Sanırım aynı yere çıkıyor bu ,konu da.

Ahirete ilişkin olan mı mi tatmin ediyor yoksa masiva mı ? Ahiret ise emel tabi ki O'nun rızasını elde etmek için harcanır dünya. Ne mutlu.


"Referansı Allah olmayan bir davranış hesaplıdır." dedi İslamoğlu. "Allah hesapsız rızık verendir" ayeti geldi aklıma. Ya Rabbi ne yücesin. İnsandan bir şey beklemek ile Allah'tan bizi yaratandan beklemek; kıyaslanması dahi yersiz. Kimisi daha çok maaş için gülümser patronuna, kimisi çocuğunun işe alınması için selam veriri bir diğerine, kimisi başka emelleri için yapar iyiliğini. Ancak hepsinin arkasında bir neden var, maddi bir neden. Ancak şayet sözkonusu Allah için ise ?

Sonrasında kırmısının pek de katılmadığı bir yorumu geliyor. " Allah şirki tevbe ile affeder, diğerlerini tevbesiz de affeder" No comment? .)

"İmanın yarısı inkâr etmektir. Öyle bir şeydir ki iman; eksiklik kabul etmediği gibi fazlalık da kabul etmiyor."

"Şirk deyince akla bir kaç puta tapmak olarak geliyor. Öyle olsaydı biz bu meseleyi çoktan halletmiştik bile." Hakikaten de ben direkt putun karşısına geçip de tapınan birini gördüğümü hatırlamıyorum. Şirk mevzuu kapanmış olurdu böylece. "Şirkin arka planında uzak tanrı tasavvuru vardır." Ki en mühim tesbitlerden birisi de buydu. Allah bize uzak o yüzden aracılara ihtiyaç duyuyoruz vs. Ancak bu kadar açık seçik olmayabiliyor tabi. Aracıların şekli şemaili ve yöntemi değişken.


Velhasıl, Sirkeci gezimiz ne kadar da renkliydi değil mi? Lokumdan yapılmış evler, yürüyen sepetler, çeşit çeşit et ve peynirler.

Gözlüğüme kavuştum bu arada. Hani berada zayi olmuştu ya .)














5 Mart 2010 Cuma

Keyfiyyet-i Sarf-ı Nükûd

Bilim Sanat Vakfı'nda Osmanlıca dersleri almaya başladım! (Şükran hayırhâh Bordo!) 3 Mart'ta ilk dersime girdim. Seviye olarak şimdiye kadarki Osmanlıca sınıflarım arasında bana en uygun olanı; little of the challenge is OK you know. What attracks me in Ottoman is not only its encoded -solve me!- character, but also (and especially) the fun and -enjoy me!-ness of the texts written in it. Bu hafta mesela"Terbiyetü'l-Etfâl Risalesi'nden bir parça okuduk, check out:


"Ey Oğul! Çalış, kazan. Kimsenin malına göz atma. İdareyle sarf eden muzayaka çekmez. Malı çok olub idaresini bilmeyen fakir gibi geçinir. Îrâdına göre masraf et. İsrafdan pek sakın. Hep kesbini ekl etme, bir yana bırak. Kazanılamayacak ihtiyarlık günleri ile sana muhtâc olan evlad u iyâlinin hakkını cem' eyle. Malını tutagör. Ko, düşmana kalır ise kalsın: Nâmerde muhtâc olma. İsraf haram olmakla, insanın helalinden kesb-i mal ederek luzûm-i zarurisine sarf edub bâkîsini beyhûde yere israf etmeyub hıfz eylemesi lâzımdır. Ahvâl-i âlem bir kararda olmadığından bazı zaruret hallerinde nükûd-i mevcûde insana nâfi' olur.

Ey Oğul! Karıncadan ibret al! Arılara bakub çok yeme bal! Hazır olan şey çabuk tükenir. Sen daima sa'y ile helalinden kesb eyle. Zâid olan malını sandıkta hıfz etme. Az çok irade ver ki sen işlersen mal işler: insan öyle genişler. Mahsûlün kesretiyle teshîl bulur her işler."

Sadece etfâlin değil bazı yetişkinlerin terbiyesinde de bu risale kullanılırsa çok iyi olacak:)

.